16 Ocak 2010 Cumartesi

2010

saat 3.30. Dersim yeni bitmişti ve okulun önünde 7-8 kişik arkadaş grubumla muhabbet ediyordum. Herkez akşamki planından heyecanla bahsediyor yapacakları için sabırsızlanıyorlardı. 10dk. sonra akşamki programa yetişmek için teker teker herkez gitti. Son 2 kişinin ardından ben de durağa doğru yürümeye başladım. Yoldaki insanlara farklı bir gözle bakıyor, kimin geceyi evde, kimin dışarda geçireceğini anlamaya çalışıyordum. Belkide yılbaşında evde olmam biraz psikolojimi bozmuştu. Yol boyunca otobüste insanların konuşmalarını dinliyor ve ne tür planları olduğunu anlamaya çalışıyordum. Eğer planları yoksa onları kendime yakın hissediyor, planları varsa nefret ediyorum. Eve geldiğimde annemin yaptığı yemekler az da olsa moralimi yükseltmişti. Üstümü değiştirmek için odaya gittiğimde telefon çaldı. Pijamalarımı tam giyerken annem ‘üstünü değiştirme komşuya gidiyoruz’ dedi. Misafirlikten hoşlanmama rağmen evde olmayacağım için sevinmiştim. Annem yaptığı yemekleri bir kaba koyup komşuya gittik. Karı-koca bizi bahçede mangalın başında bekliyorlardı. Gelmemizle birlikte etleri dizmeye başladılar. Bu beni biraz daha mutlu etmişti. Etlerin pişmesini beklerken annemler mutfağa bizde 3 erkek olarak mangalın başında durduk. Babamlar klasik belediyenin hizmetleri hakkında sohbete başlarken bende kendime oyalancak birşeyler arıyor diğer yandan acıkan karnımı etlerin kokusuyla dindirmeye çalışıyordum. Yarım saatlik uğraşın ardından sofraya geçtik. Kısa bir kim nerde oturucak tartışmasından sonra yerlerimize geçtik ve yemeğe başladık. Bu sırada ailenin 5. sınıfa giden çocukları da odasından koşarak sofraya, yanıma oturdu. Yemek yerken herkez ‘yemekteyiz’ in aksine birbirinin yemeklerini övdü. O anda açlıktan herşeyi hızlıca yiyor arada ‘evet gerçekten güzel olmuş elinize sağlık’ diyordum. Saat 10 gibi herkez yemeği yemeyi azaltıp sohbete başlayınca ailenin küçüğü hızlıca sandaliyeden inip içeri koştu. Çocuk elinde tombala ile geri döndü. Belkide küçüktür üzülmesin diye herkez önündeki tabakları kaldırıp birer kart aldı. İşte o andan sonra saat 10 dan 11.55 e kadar aralıksız tombala oynadık. O sırada geçen muhabbetleri, kimin kaç çinko yaptığını hatırlamıyorum ama aralıksız oynumuzu bölen bir telefondu. Sanki o telefon beni yaşama döndürmüştü. Telefon görüşmesinden sonra herkez saati farketmişti ve geri sayım yapmaya hazır bir program arıyordu. Bütün bunlar olurken küçük çocuk hiç tombala yapamamın verdiği sinirle bana numaraları okumamı söylüyordu. Saat 00.15 olmuştu ve çocuk hala numaraları okutuyordu bana. Babası çocuğun tombala yapmasıyla birlikte ‘hadi yeter sora yine oynarız’ diyerek  kartları topladı. Yılbaşı gecesi duyduğum ‘hadi kalkalım biz’ den sonraki en güzel cümleydi. Kartlar toplandıktan sonra hala sofrada oturuyorduk ve yine belediyenin hizmetleri konuşuldu. Buna da 2 saat katlandıktan sonra babamın ‘hadi kalkalım biz’ cümlesiyle ayağa kalktım. O an anladım ki saat 7.00 da oturduğum sofradan 02.00 da kalkmıştım ve bacaklarım uyuşmuştu. Birkaç denge kayıbından sonra normal bir şekilde kapıya yöneldim. Dışarı çıktığımda soğuk hava beni hayata döndürmüştü. Beynime giren oksijenle hayatımın en sıkıcı yılbaşı gecesini geçirdiğimi anladım.

1 Ocak 2010 Cuma

mutlu yıllar…

Eğer bu saatte bunu yazıyorsam ne kadar tırt bir yılbaşı geçiriyorum siz düşünün!!

21 Kasım 2009 Cumartesi

okul

Evet uzun zaman oldu ve vizeler bitti. Herkezin (genel olarak) 1 hafta sürerken benimkisi 3 hafta sürdü ve cumartesi günleri de okula gitmek zorunda kaldım. 4 sınavın 2si iyi geçti diğer ikisi kötüydü. 2 si iyi derken zaten biri çan ın üstündeyim diye iyi diyorum yoksa 50 nin altında. Öyle ya da böyle bitti ilk vizeler ve bayram tatilin yaklaşmasıyla bende şimdiden tatil rehaveti oluştu.(Bu arada bayram demişken canım o kadar çok kavurma ve pilav istiyorki anlatamam. Yanına da bir ayran). Ama şunu da söyleyeyim bayramdan sonra günü gününe çalışıcam. Hele o kimyadan haksız yere aldığım düşük nottan sonra. Bu arada yazmadığım süre boyunca sınıfımla da kaynaştım. 65 erkek 4 kız. Genel olarak 70 kişilik grup değişmiyor. Bazı derslerden kalan insanlar sayesinde kız popülasyonu artsada ona bağlı olarak erkek sayısıda artıyor ve erkek başına düşen kız sayısında değişme gözlenemiyor. Tabi ki heryerde erkek olunca sınıftaki konuşulacak konular belli sınırlar içersinde kalıyor.’ Yok o kız sana yazdı, yok sana baktı kesin senden hoşlanıyor, git konuş bence, abi hep böyle tipsizlerin yanında güzel kızlar oluyor, gel şu çocuğu dövelim.’ Durum böyle olunca bende arkadaşlarımı kız popülasyonunun daha fazla olduğu sınıfta bulunan insanlardan seçiyorum(psikoloji ve hukuk).  Mesela geçen gün bir sınıfın kapısında bekliyoruz içerdekiler çıksın biz gircez. Kapıdan merdivenlere kadar heryerde bizim sınıfın erkekleri(tamam bende varım aralarında) öbekler halinde muabbet ediyorlar. Kapı bir açıldı ve içerden çıkanların 2si erkek geri kalanda kızdı(sayamadım).İçeri girenlerinde hepsi erkekti. Uzun lafın kısası mühendislik harbiden zor lan.

28 Ekim 2009 Çarşamba

ünlü (bir metrobüs macerası daha)

Beklediğim noktada arka arkaya 4-5 arabanın kapısı önüme gelmedi. Bu benim 2. otobüse binme tekniğimdi ama o gün işe yaramamıştı. Acelem vardı 5. otobüse artık oturacak yere bakmaksızın bindim. Halk arasında ‘körük’ diye tabir edilen yerin 4’lü oturma yerlerine yakın olan kısmında oturdum. Bari bir kaç durak sonra biri kalkar bende hemen otururum diye düşündüm.Otobüste benden başka ayakta 5-6 kişi vardı. Daha otobüs kalkmamıştı. 2. kapının karşısındaki boşluktaki kızı kesiyordum. O sırada aceleyle bir çift bindi otobüse.  Bu yeni gelen çift benim yanıma geçtiler. Kafasında fötr şapkası, gövde kısmı deri, kol kısmı ise örgü olan bu adam çok güzel hareketlerde oynayan Metin Keçeci idi. Yanında sevgilisiyle konuşuyordu. Ünlüyü görünce hemen atlamadım. Tam yanımda duruyordu. Yüzümü ona doğru çevirmiş dışarıyı seyrediyor, fırsat buldukça ünlüye bakıyor, konuşmalarını dinliyordum. İlk defa biniyor olmalılar ki bana ‘şirinevler durağından sonra inecekseniz bize orda haber verirmisiniz.’ dedi. ‘Tamam olur.’ dedim. Artık ünlü ve kız arkadaşı bana emanetti. Büyük bir sorumluluk almıştım. Yol boyunca ben bu ikisini dinledim. Arada bana metrobüs hakkında sorular soruyorlar daha iyi olması için çözümler üretiyorlardı. Duraklar arttıkça insan sayısı artıyor ünlüye bir bakan bir daha bakıyordu. Daha sonra 20’li yaşların sonlarında olan bir adam bir anda bu ünlüyle muhabbete girdi. Başta nlü ona mesafeli yaklaşsada adam sanki arkadaşıymış gibi konuşuyordu. Daha sonra muhabbet ilerledikçe ünlü de aradaki mesafeyi kaldırdı. Adam abarttı ve özel sorular sormaya başladı. ‘Evlencen mi, fazla skeçlerde oynamıyorsun neden? sen Yılmaz’ın torpillilerinden değilmisin?’ gibi sorular soruyordu. Ünlü bir anda beni unutmuştu. Dikkat çekmek için ‘bundan sonraki durakta iniceksiniz’ dedim. Ünlünün konuşmasına izin vermeden ‘nerde inceksiniz, nereye gidiceksiniz?’ dedi adam. Ünlünün ne dediğini duyamasamda adamın’ yok orası bu durakta inerseniz daha yakın olur bende inicem burda’ dediğini duydum. Adam bir anda ünlüyü elimden almıştı. Ünlü inmekle inmemek arasında kaldı. Adam ‘gel abi ben seni götürcem oraya’ dedi. Ünlü onu kıramadı kız arkadaşını alıp indiler bana bir teşşekkür bile etmeden. O an anladım ki şöhret kötü birşey.

24 Ekim 2009 Cumartesi

alayına gider...

Bugün ilk defa gider yaptım şöföre. Taksim otobüsünden indim ve o anda arkadan benim otobüsüm gelince çok sevinmiştim. Hiç beklemeden bindim. Çok mutlu olmuştum. Neyse birkaç durak sonrada en arkada oturcak yerde buldum. Güzelce bizim mahalleye geldik. Son durağa epey bir yol varken şöför durdu durakta tüm kapıları açıp 'son durak' dedi. Duymamazlıktan geldim. Belki beni görür gider diye düşündüm. Bir daha son durak değince 'sizin son durağa kadar gitmeniz lazım ben nasıl oraya kadar yürüyeceğim akşamın bu vaktinde' dedim. Halbuki ineceğim durak bir sonrakiydi. O anda 'lan şimdi gaza basıp gitse bende bir sonraki durakta insem ***** beni bu adam ' düşüncesi sardı. Adam sinirli bir şekilde '2 saatte buraya geldim geç kaldım' diyince zorlamadan biraz da korkarak otobüsün orta kapısından indim. Ön kapının yanından geçerken 'arkadaşım anlayışlı ol biraz yetişmem lazım' dedi. Yüzüne bakmadan geçtim gittim. Karanlık ve ıssız yolda yürürken şöförü düşündüm. Biraz haksızlık yaptım galiba. (şöföründe çok üzüldüğünüde düşünmüyorum arkamdan küfür etmiş en fazla ama ben üzüldüm hemde buraya yazacak kadar.)

16 Ekim 2009 Cuma

3. cuma

3. hafta da bitti. Düşününce çok çabuk oldu. Ben bu 4 yıl geçmez okulu bırakıyım düşüncesindeyken 3 hafta geçti. Artık derslerde zorlaştı. Şu koskoca okulda beni en çok heycanlandıran lab. derslerinde beyaz önlük giycek olmamız. Doktor gibi. 2 foto çekip feys e de koycam. Zaten hoca önlük giyiceksiniz deyince aklıma direk bu geldi. Yalnız o diil de bugün yine 45 dk. bir otobüs bekledim ve otobüste olay oldu. Şivesinden anladığım kadarıyla trabzonlu bir adam ön kapıdan inmek istemesi ve şöförden olumsuz yanıt almasıyla başlayan tartışma muavin’in de araya girmesiyle büyüdü. ‘Ne alakası var burdan yolcu alıyorsunuzda niye indirmeysunuz da’ diye saçma bir cümle kursa da adam haklıydı. İndirse nolurdu. Bu tartışma devam ederken ben bir yandan kavga çıksın şu şöförü dövsün adam diye düşünürken diğer yandan ise  kavga çıkmasın lan bekleyemem eve gitmek istiyorum ben diyordum. Bu sıra da adam şöföre el kaldırınca korkudan hemen telefonu çıkarıp telefonla ilgileniyormuş gibi yaptım. Şimdi mantıklı düşününce biri bana ‘kavgayı niye ayırmadın?’ diye sorunca ‘görmedim ki abi kız arkadaşıma mesaj atıyordum’ deme yüzsüzlüğünü gösterebilecekmiydim. Neyse öyle ya da böyle adam orta kapıdan indi. O zamana kadar hiçbir yolcudan ses gelmezken otobüs hareket edince herkez yanındakine ‘Delimidir nedir, amacı neydi bu adamın’ gibi cümleler kurdu adamın arkasından. Ama bundan daha da ilginç olan kısım ise şöförün arkasında oturan başörtülü teyzenin kime yaranmaya çalışıyorsa artık yaşından beklenmeyecek çeviklikte  sağ ve sol kroşeleri havada sallayarak ‘şöföre vursaydı bende arkasından vurucaktım’ demesiydi. O anda içimden o kadar çok şey geldiki söylicek. Teyze olduğu için içimde kaldı hepsi. Zaten arkadan biri de babacan bir tavırla ‘merak etme teyze sana sıra gelmeden biz alırdık onu’ dedi. Teyzeye söyleyemediğim herşeyi o adama söyledim.

9 Ekim 2009 Cuma

sende yalanmışsın be üniversite

windows live writer diye birşey buldum çok güzel. Bundan yazıp kaydediyorum sora yine devam ediyorum çok güzel oluyor. Not defterinden kurtuldum artık.

Neyse işte üniversitedeki 2. haftamı da bitirdim artık. Bir tırt yokmuş lise konularını işliyoruz(en azından şimdilik.). Ama bu 2. hafta biterken şunu anladım ki elma ve armut müfradattan kaldırılırsa Türkiyedeki eğitim sistemi çöker. Türkçeden fizik’e, biyolojiden felsefeye her şeyde kullanıldı bu elma armut. Hatta herşeyin temeli dediğimiz matematiğin bile temeli elmayla armut a dayanıyor. Gecen gün koskoca profösör bile ‘elmayla armudu karıştırmayın’ dedi. İnsan üniversiteden farklı birşey bekliyor ama yok.

O diil de 2. haftadan sınav olduk ingilizceden. Sınavdan 1 gün önce hoca ‘sınav test olcak ama dogru cevabın nedenini de yazıcaksınız yoksa puan vermem’ dedi. Kağıtları verdikten sonra ‘şaka’ dedi. Böyle biri kendisi.