21 Kasım 2009 Cumartesi

okul

Evet uzun zaman oldu ve vizeler bitti. Herkezin (genel olarak) 1 hafta sürerken benimkisi 3 hafta sürdü ve cumartesi günleri de okula gitmek zorunda kaldım. 4 sınavın 2si iyi geçti diğer ikisi kötüydü. 2 si iyi derken zaten biri çan ın üstündeyim diye iyi diyorum yoksa 50 nin altında. Öyle ya da böyle bitti ilk vizeler ve bayram tatilin yaklaşmasıyla bende şimdiden tatil rehaveti oluştu.(Bu arada bayram demişken canım o kadar çok kavurma ve pilav istiyorki anlatamam. Yanına da bir ayran). Ama şunu da söyleyeyim bayramdan sonra günü gününe çalışıcam. Hele o kimyadan haksız yere aldığım düşük nottan sonra. Bu arada yazmadığım süre boyunca sınıfımla da kaynaştım. 65 erkek 4 kız. Genel olarak 70 kişilik grup değişmiyor. Bazı derslerden kalan insanlar sayesinde kız popülasyonu artsada ona bağlı olarak erkek sayısıda artıyor ve erkek başına düşen kız sayısında değişme gözlenemiyor. Tabi ki heryerde erkek olunca sınıftaki konuşulacak konular belli sınırlar içersinde kalıyor.’ Yok o kız sana yazdı, yok sana baktı kesin senden hoşlanıyor, git konuş bence, abi hep böyle tipsizlerin yanında güzel kızlar oluyor, gel şu çocuğu dövelim.’ Durum böyle olunca bende arkadaşlarımı kız popülasyonunun daha fazla olduğu sınıfta bulunan insanlardan seçiyorum(psikoloji ve hukuk).  Mesela geçen gün bir sınıfın kapısında bekliyoruz içerdekiler çıksın biz gircez. Kapıdan merdivenlere kadar heryerde bizim sınıfın erkekleri(tamam bende varım aralarında) öbekler halinde muabbet ediyorlar. Kapı bir açıldı ve içerden çıkanların 2si erkek geri kalanda kızdı(sayamadım).İçeri girenlerinde hepsi erkekti. Uzun lafın kısası mühendislik harbiden zor lan.

28 Ekim 2009 Çarşamba

ünlü (bir metrobüs macerası daha)

Beklediğim noktada arka arkaya 4-5 arabanın kapısı önüme gelmedi. Bu benim 2. otobüse binme tekniğimdi ama o gün işe yaramamıştı. Acelem vardı 5. otobüse artık oturacak yere bakmaksızın bindim. Halk arasında ‘körük’ diye tabir edilen yerin 4’lü oturma yerlerine yakın olan kısmında oturdum. Bari bir kaç durak sonra biri kalkar bende hemen otururum diye düşündüm.Otobüste benden başka ayakta 5-6 kişi vardı. Daha otobüs kalkmamıştı. 2. kapının karşısındaki boşluktaki kızı kesiyordum. O sırada aceleyle bir çift bindi otobüse.  Bu yeni gelen çift benim yanıma geçtiler. Kafasında fötr şapkası, gövde kısmı deri, kol kısmı ise örgü olan bu adam çok güzel hareketlerde oynayan Metin Keçeci idi. Yanında sevgilisiyle konuşuyordu. Ünlüyü görünce hemen atlamadım. Tam yanımda duruyordu. Yüzümü ona doğru çevirmiş dışarıyı seyrediyor, fırsat buldukça ünlüye bakıyor, konuşmalarını dinliyordum. İlk defa biniyor olmalılar ki bana ‘şirinevler durağından sonra inecekseniz bize orda haber verirmisiniz.’ dedi. ‘Tamam olur.’ dedim. Artık ünlü ve kız arkadaşı bana emanetti. Büyük bir sorumluluk almıştım. Yol boyunca ben bu ikisini dinledim. Arada bana metrobüs hakkında sorular soruyorlar daha iyi olması için çözümler üretiyorlardı. Duraklar arttıkça insan sayısı artıyor ünlüye bir bakan bir daha bakıyordu. Daha sonra 20’li yaşların sonlarında olan bir adam bir anda bu ünlüyle muhabbete girdi. Başta nlü ona mesafeli yaklaşsada adam sanki arkadaşıymış gibi konuşuyordu. Daha sonra muhabbet ilerledikçe ünlü de aradaki mesafeyi kaldırdı. Adam abarttı ve özel sorular sormaya başladı. ‘Evlencen mi, fazla skeçlerde oynamıyorsun neden? sen Yılmaz’ın torpillilerinden değilmisin?’ gibi sorular soruyordu. Ünlü bir anda beni unutmuştu. Dikkat çekmek için ‘bundan sonraki durakta iniceksiniz’ dedim. Ünlünün konuşmasına izin vermeden ‘nerde inceksiniz, nereye gidiceksiniz?’ dedi adam. Ünlünün ne dediğini duyamasamda adamın’ yok orası bu durakta inerseniz daha yakın olur bende inicem burda’ dediğini duydum. Adam bir anda ünlüyü elimden almıştı. Ünlü inmekle inmemek arasında kaldı. Adam ‘gel abi ben seni götürcem oraya’ dedi. Ünlü onu kıramadı kız arkadaşını alıp indiler bana bir teşşekkür bile etmeden. O an anladım ki şöhret kötü birşey.

24 Ekim 2009 Cumartesi

alayına gider...

Bugün ilk defa gider yaptım şöföre. Taksim otobüsünden indim ve o anda arkadan benim otobüsüm gelince çok sevinmiştim. Hiç beklemeden bindim. Çok mutlu olmuştum. Neyse birkaç durak sonrada en arkada oturcak yerde buldum. Güzelce bizim mahalleye geldik. Son durağa epey bir yol varken şöför durdu durakta tüm kapıları açıp 'son durak' dedi. Duymamazlıktan geldim. Belki beni görür gider diye düşündüm. Bir daha son durak değince 'sizin son durağa kadar gitmeniz lazım ben nasıl oraya kadar yürüyeceğim akşamın bu vaktinde' dedim. Halbuki ineceğim durak bir sonrakiydi. O anda 'lan şimdi gaza basıp gitse bende bir sonraki durakta insem ***** beni bu adam ' düşüncesi sardı. Adam sinirli bir şekilde '2 saatte buraya geldim geç kaldım' diyince zorlamadan biraz da korkarak otobüsün orta kapısından indim. Ön kapının yanından geçerken 'arkadaşım anlayışlı ol biraz yetişmem lazım' dedi. Yüzüne bakmadan geçtim gittim. Karanlık ve ıssız yolda yürürken şöförü düşündüm. Biraz haksızlık yaptım galiba. (şöföründe çok üzüldüğünüde düşünmüyorum arkamdan küfür etmiş en fazla ama ben üzüldüm hemde buraya yazacak kadar.)

16 Ekim 2009 Cuma

3. cuma

3. hafta da bitti. Düşününce çok çabuk oldu. Ben bu 4 yıl geçmez okulu bırakıyım düşüncesindeyken 3 hafta geçti. Artık derslerde zorlaştı. Şu koskoca okulda beni en çok heycanlandıran lab. derslerinde beyaz önlük giycek olmamız. Doktor gibi. 2 foto çekip feys e de koycam. Zaten hoca önlük giyiceksiniz deyince aklıma direk bu geldi. Yalnız o diil de bugün yine 45 dk. bir otobüs bekledim ve otobüste olay oldu. Şivesinden anladığım kadarıyla trabzonlu bir adam ön kapıdan inmek istemesi ve şöförden olumsuz yanıt almasıyla başlayan tartışma muavin’in de araya girmesiyle büyüdü. ‘Ne alakası var burdan yolcu alıyorsunuzda niye indirmeysunuz da’ diye saçma bir cümle kursa da adam haklıydı. İndirse nolurdu. Bu tartışma devam ederken ben bir yandan kavga çıksın şu şöförü dövsün adam diye düşünürken diğer yandan ise  kavga çıkmasın lan bekleyemem eve gitmek istiyorum ben diyordum. Bu sıra da adam şöföre el kaldırınca korkudan hemen telefonu çıkarıp telefonla ilgileniyormuş gibi yaptım. Şimdi mantıklı düşününce biri bana ‘kavgayı niye ayırmadın?’ diye sorunca ‘görmedim ki abi kız arkadaşıma mesaj atıyordum’ deme yüzsüzlüğünü gösterebilecekmiydim. Neyse öyle ya da böyle adam orta kapıdan indi. O zamana kadar hiçbir yolcudan ses gelmezken otobüs hareket edince herkez yanındakine ‘Delimidir nedir, amacı neydi bu adamın’ gibi cümleler kurdu adamın arkasından. Ama bundan daha da ilginç olan kısım ise şöförün arkasında oturan başörtülü teyzenin kime yaranmaya çalışıyorsa artık yaşından beklenmeyecek çeviklikte  sağ ve sol kroşeleri havada sallayarak ‘şöföre vursaydı bende arkasından vurucaktım’ demesiydi. O anda içimden o kadar çok şey geldiki söylicek. Teyze olduğu için içimde kaldı hepsi. Zaten arkadan biri de babacan bir tavırla ‘merak etme teyze sana sıra gelmeden biz alırdık onu’ dedi. Teyzeye söyleyemediğim herşeyi o adama söyledim.

9 Ekim 2009 Cuma

sende yalanmışsın be üniversite

windows live writer diye birşey buldum çok güzel. Bundan yazıp kaydediyorum sora yine devam ediyorum çok güzel oluyor. Not defterinden kurtuldum artık.

Neyse işte üniversitedeki 2. haftamı da bitirdim artık. Bir tırt yokmuş lise konularını işliyoruz(en azından şimdilik.). Ama bu 2. hafta biterken şunu anladım ki elma ve armut müfradattan kaldırılırsa Türkiyedeki eğitim sistemi çöker. Türkçeden fizik’e, biyolojiden felsefeye her şeyde kullanıldı bu elma armut. Hatta herşeyin temeli dediğimiz matematiğin bile temeli elmayla armut a dayanıyor. Gecen gün koskoca profösör bile ‘elmayla armudu karıştırmayın’ dedi. İnsan üniversiteden farklı birşey bekliyor ama yok.

O diil de 2. haftadan sınav olduk ingilizceden. Sınavdan 1 gün önce hoca ‘sınav test olcak ama dogru cevabın nedenini de yazıcaksınız yoksa puan vermem’ dedi. Kağıtları verdikten sonra ‘şaka’ dedi. Böyle biri kendisi.

5 Ekim 2009 Pazartesi

ve son.

Her yaz olduğu gibi yine Ankara da dayımların çiflğindeki fabrikada çalışıyordum. Yaşıtlarım denize kıyısı olan tatil mekanlarına giderken ben o zamanlar su sıkıntısı çeken Ankaradaydım. İ. Melih GÖKÇEK bile su sıkıntısından dolayı 'Şehir dışındaki akrabalarınızı ziyarete gidin' diyerek milleti Ankaradan kovarken ben oraya gidiyordum. Aslında çiflikte yaşamak zevkliydi. Temiz hava, kuş sesleri, organik meyveler ve sebzeler... Havuz bile vardı. Belki de otel de tatil yapmaktan daha iyidi ama sevgilim benden uzaktaydı. Evet benden hala ayrılmayan sevgilim. Son buluşmamızdan 1-2 ay geçmişti ve bu zamana kadar hala ayrılmamıştı.Çiflikte günlerim hep aynı geçiyordu. Burda akşama kadar çalışıyor işten çıktıktan sonraki 5 saatte önce bir ağacın altına oturup sevgilimi arıyor sonra da tv seyredip uyuyordum. Arada cumartesileride de şehre iniyor birşeyler alıyordum. Başta bir sorun yoktu. 'Başka bir şehirde olunca beni özler en azından ilişkimizi kurtarabilirim' diye düşünüyordum. Fakat bu rutinden sıkılmamın yanında sevgilimin soğuk tavırları benim bütün enerji emiyordu. Artık konuşmaları 'evet hayır' ve en çok kullandığı, bir ilişkinin en tehlikeli sözcüğü olan 'bilmiyorum'dan ibaretti. Çalışma verimim bir anda %65 azalmıştı. Ustabaşı bile 'Noldu lan sevgilinimi özledin?' diyerek hassasiyetini dile getirdi.Artık gitmeliydim. Kimseye faydam olmazdı. Bir an önce sevgilimin yanına gitmek istiyorudum ama kimse anlamıyordu. Uzun zamandır şehre inememiştim. Bu yüzden kontorüm bitmişti. Bunu ona son konuşmamızda açıklamıştım. Fakat birkaç gün aradıktan sonra telefonum da susmuştu. Artık sadece telefonun yanında yatarak tv izliyordum. Bir akşam fabrikaya gidip bilgisayarda maillerime bakıyordum. Bir anda hoperlör odanın sessizliğini bozdu. Telefonum günlerden sonra ilk defa çalıcaktı. Hemen elime alıp kimin arıyacağına baktım. 'Bir yeni mesaj alındı' yazdı ekranda. Ellerim titreyeret açtım mesajı. O atmıştı mesajı. 'Artık bitsin çünkü hiç görüşemiyoruz ve sen beni hiç aramıyorsun' yazıyordu. Şok olmuştum. Üzülemiyordum. Hemen msn e girdim. Ordaydı. 'Neden?' Bana bir şans ver hem ben İstanbula gelince konuşalım bu konuyu'dedim. Biraz geç cevap yazdı. 'Hayır bu birşeyi değiştirmeyecek bitsin artık' dedi. Sonraki çabalarımda sonuçsuz kaldı. En sonunda 'benim çıkmam lazım' diyerek beni engelledi(bence). İşte o zaman farkına varmıştım ayrıldığımızın. Artık bitmişti. Bu diğerlerinden farklıydı bir daha olmayacaktı. Bilgisayarı kapattım. Eve doğru yürüken bundan sonrasını düşünüyordum. Tv seyretmeye çalıştım. Olmadı. Televizyonu kapatıp o zamanlar en çok sevdiğim şeyi yaptım. Uyudum.

2 Ekim 2009 Cuma

avrupa birliği ve bir grup ergen

Ya yok abi yabancıya saygım kalmadı benim artık. Önceden onlara başka gözle bakardım şimdi bütün sempatimi emdi bitirdiler şerefsizim. Lan oğlum sen kimsin de geliyorsun benim ülkeme hatta benim 40dk. da bir geçen otobüsüme biniyorsun sonra bağıra bağıra konuşuyorsun. Bide bunlar yetmezmiş gibi bir grup ergen çocukta bunların yanına geliyor ve her durakta düğmeye basıyorlardı. Zaten bu ergenleri ayakta grup halinde tutmayacaksın daha fazla ses çıkarıyorlar. Tek tek dağıtıcaksın otobüsün içinde ayrı durcaklar. Herneyse 2 tip insan grubu 5dk. da kadınlar hamamına çevirdi sessiz, huzurlu otobüsümü. Bunlar yetmezmiş gibi her frende ivmenin hızlı bir şekilde azalmasından dolayı karşı koyduğumuz kuvvet karşısında 'aagghhh' diye tepki vermeleri ve otobüsün ana yola çıkarken bir tıra yaklaşmasından dolayı memleketimde olsa fiziksel yapısından dolayı 'Gürbüz' denilecek olan çocuğun korkarak garip sesler çıkarması da eklendi. İşte bu kalıbına sıştığım çocuk bunlardan sonra da gülüyor yanındakine yüksek sesle bir şeyler anlatıyor hatta anırıyordu. İşte bu 2 grup benim cuma akşamı eve giden uzun yolculuğumun 3. ve son bölümünün kahramanlarıydı.

29 Eylül 2009 Salı

10dk. için 4 saat yolculuk

lan bugun sabah 8buçukta 2 ders kimya için saat 5 te kalkıp okula gidiyorum. Bir asistan gelip 'bu hafta kimya dersi yok 10 dk. bir şey anlatıcam sora dağılabilirsiniz' diyor. Sonra ben eve gidiyorum.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Ben mi?

Feyste 'söylediği kozu unutanlar grubu' diye bir grup olsa üye olucam hemen. Bazılarınız yadırgayabilir ama batağı öğreneli bir ay oldu. Yeni öğrenmeme rağmen daha oyun kaybetmedim. Zaten bir kez oynadım. Sene içinde umarım daha iyi olucam. Bu arada okula da az kaldı. Pazartesi saat 8.30 da dersim var. Benden başka kimsenin o saatte dersi yok sorduğum insanlardan. 2009-2010 öğretim yılını galiba bizim dersle açıcaklar. Geçen gün hasta oldum. Boğazım ağrıyordu.  Gittim nöbetçi eczane aradım ve buldum. Bir pastil aldım strepsils geçerirsin diye. 1 saat içinde 10 tane yi yedim bitti. Hiçbir işe yaramadı. Üstelik içindeki alkol kafa yaptı. Hayır 10 tane pastilden kafa olcak adam değilim sadece hastayım vücudun direnci az ondan oldu.

25 Eylül 2009 Cuma

feysbuhum

Eski arkadaşımın gelip benle eski günler hakkında konuşmasıdır beni günden güne soğutan bu siteden. Tamam feysin amacı eski arkadaş dalgası ama bazıları abartıyor.  Gelip bana ilkokul arkadaşım okul günlerini anlatırsa ona dur derim arkadaş. Çocukla okul çıkışı bir yerlede mi takıldık? Okuldan kaçıp içmeye mi gittik? Sadece sabah 7 den öğlen 1 e kadar görüyordum. (o zamanlar sabahçı, öğlenci olayı vardı.) Onda da pek konuşmuyordum. Çocuk geldi beni ekledi. Tamam ekle arkadaş listem çok gözüküyor bir sorun yok. Ama gelip bana o napıyor, şu napıyor, sen gittin şöyle oldu deme. Adam geldi bana 3 ordan 2 ordan  3 te ordan toplam 8 yıl önceki benim bile o ana kadar 8 yıldır aklıma gelmeyen arabamızın plakasını söyledi ve 'hala duruyor mu o araba?' dedi. Bunlar yetmezmiş gibi görüşmediğimiz 8 yıl boyunca nerelerde okuduğumu, nerelerde ikamet ettiğimi sordu. Kendimi çevrimdışı göstererek kurtardım sonunda. Ama bitmedi. Birgün sonra yani yarım saat önce 'naber Batuş?' dedi. İşte nedeni budur bu yazıyı yazmamın.

23 Eylül 2009 Çarşamba

buluşma3

Hiç bir yere gidemedim. 'Eğer bugün son günümüz ise tamamını onunla geçiririm' dedim içimden. Yola devam ettik. Önce hamburger yedik. Sonra kahve falına baktırmaya gittik. Bense bu yolculuk boyunca tuvaletleri ziyaret ediyor kusmaya çalışıyordum. Fal sırası beklerken 'sen iyimisin?' dedi. Ben o koltukta kıvranıyordum. 'önemli bir şey değil dün gece tarihi geçmiş meyve suyu içtim ondandır birşey olmaz.' dedim. 'istersen eve git.' dedi. O anda yapıcağım en son şeymiş gibi geliyordu. 'Gerek yok geçer birazdan' dedim. Üzülmüştü sanki biraz. Önündeki kahve fincanına baktı. Uzun bir sessizlikten sonra fal sırası gelmişti. O içeri gitti bense hemen kusmak için tuvalete. Bütün denemelerime rağmen olmadı. Masaya geri döndüm. Daha gelmemişti. Tek başıma oturdum. Hala son bir şansım olduğunu ve bunu nasıl gerçekleştirebileceğimi düşündüm. Sessizce geldi. 'Ne çıktı?' diye sordum. 'Bırak şimdi falı sen iyimisin gidebiliriz istersen?' dedi. Belli ki bana zor katlanıyordu. 'hayır ben iyiyim. Ne çıktı ne söyledi?' dedim. 'Ya işte salladı birşeyler' diye kestirip attı.'Ne salladı bilmek istiyorum' diye üsteledim. ' Ya işte eski sevgilim bana tekrar döncekmiş filan' dedi. Cümlenin sonunu o kadar kısık sesle söylediki dudağını okumak zorunda kaldım. Yine uzun bir sessizlik oldu. 'Kalkalım mı?' diye sordu.'Tamam' dedim ve caddeye dogru gittik. 'Napalım bişiyler içelim mi?' diye sordum. Benden kurtulamayacağını anladı ve'şurda bi yer var bi kere gittim güzeldi oraya gidelim' dedi. 'olur'dedim. Eski bir eve girdik. Dar merdivenler mide bulantımla birlikte çekilmez hale geliyordu. Mekana gelmiştik. Bizden başka kimse yoktu. Hemen cam kenarındaki masaya oturup içeceklere baktım. Uzun saçlı zayıf adam yanımıza geldi.' Ne alırsınız?' diye sordu. 'Ben bir kola alıyım' dedim. Neden kola dediğimi bilmiyordum. Belkide mide bulantım beni mantıksız kararlar almaya zorluyordu. 'ben bir bira alıyım' dedi. Adam arkasını döndüğünde 'pardon tuvalet nerdeydi acaba' dedim. Eliyle gösterdi. Hemen tuvalete gittim. Kapısında 'lütfen tek tek giriniz.' yazıyordu. 'Allah ım nasıl bir yerdeyim ben' dedim. 3. kusma denememde başarısız oldu. Yanına gittim ve kolamdan yudum aldım. Midemin ağrımasına rağmen kola içmemden dolayı bıraz nasihatta bulundu. 'bir şey olamaz' dedim. Bu sırada içeri sevgilimin arkadaşı sevgilisiyle girdi. Bu çocuğu bende tanıyordum ama sinir oluyordum. 4ümüz biraz muhabbet ettik. Bütün gün boyunca konuşmadığı kadar çok konuşuyordu sevgilim, ben ise 3ünü dinliyordum. Çok dolmuştu bugün. Konu nasıl olduysa benim mide bulantıma geldi. Sevgilmin arkadaşı cüzdanını çıkarıp bir tane asprin verdi. Teşşekkür edip geri çevirdim. Sevgilimin ısrarlarıyla fikrimi değiştirdim. Kolamdan bir yudum alıp yuttum. Muhabbet bir süre daha devam etti. Artık midemin bulantısı dahada artmıştı. Onları dinleyemiyordum. Mide bulantım beni pes etmeye zorlamıştı. Artık 'ayrılalım' demesini bekliyordum. Sonunda 'kalkalım mı canım? ben eve gidiyim en iyisi' dedim. Bütün gün bunu duymayı bekliyordu sanki. Hemen elini çantasına atıp ayağa kalktı. Tekrar teşşekkür edip mekandan çıktık. O dolmuşla döneceği için ara sokakta vedalaştık. 'Eve gidince beni ara.' dedi. 'Tamam' dedim.Durağa doğru yürüdüm. Artık dayanamıyordum. Mide bulantım iyice artmıştı. Hemen otobüse bindim. Kapıya yakın bir yerde oturdum. Gözlerimi açamıyordum artık. Otobbüs ekspress olduğu için birkaç durak sonra otoyola çıkıcak ve durmayacaktı. Artık patlama noktasındaydım. Köprünün altında bisikletlerin satıldığı durakta indim. Merdivenlerden koşarak çıktım. Parkta bir umumi tuvalet buldum. Yaklaşık yarım saat orda kustum. Klima ve buzdolabından sonraki en rahatlatıcı olay buydu bugun yaşadığım. Tuvaletten çıkarken 1 lira verip parkta bir süre oturdum. Çok yorulmuştum ve gözlerimi açamıyordum. Zorda olsa durağa kadar yürüdüm. Otobüse tekrar bindim. Kafamı cama yasladım ve bugünü düşündüm. Herşeye rağmen beni terketmemişti. Hala biz bir çifttik. 'Belkide bugün hasta olmasaydım beni terkedecekti' diye düşündüm. Sonra uyumuşum.

19 Eylül 2009 Cumartesi

buluşma2

Dışarısı sıcaktı. Çok fazla sıcaktı. Evden çıktım ve farkında olmadan hızlıca yürümeye başladım. Aklımda tabi ki buluşma vardı. Ayrılmayı önleyecek çözümler düşünüyordum. Daha erkendi ve ben şimdiden 2 durak ilerlemiştim. Hemen tempomu yavaşlattım fakat buluşmayı düşündükçe hızlanıyordum. Durak görünmeye baslamıştı. Bir anda bir şey farketmiştim. Bu bir ayrılık sebebi bile olabilirdi. Terlemiştim. Roll-on umu bitirmiş üstüne deodorant sıkmıştım ama belli ki fayda etmemiş. T-shirtümde yer yer ıslaklıklar belirmişti. Eve gidemezdim. Bu halde de sevgilimle buluşamazdım. Hafif bir rüzgar vardı. Bende ellerimi belime koyup öyle yürüdüm. Ara ara esen rüzgar biraz serinletiyor, kesilince güneş ensemi yakıyordu. Bunlar yetmezmiş gibi yeni traş olduğum için yanaklarım boynum hatta nerdeyse butun kafam da yanıyordu. Durağa geldiğimde naneli bişiyler almak için markete girdim. Kapıyı açtım ve onu farkettim. Bir anda beni başka diyarlara götürmüştü. Kapının önünde öylece duramayacağım için hemen bir başka klima aradım. Klima ararken bir anda süt ve süt ürünlerinin depolandığı dolapları gördüm ve oraya doğru koştum. Ordan dondurma reyonuna ordan kasap reyonuna. Bir çılgın gibi markette dolaşıyordum. Kendimi kaybetmiştim. Bütün dertlerimi unutmuş dondurmaya ve dondurulmuş gıdalara sarılıyordum. Birden miden bulanmaya başladı. Bu kadar soğuk fazla gelmişti galiba. Hafif bir titreme bile vardı. Daha sonra buluşma aklıma geldi. Burayı bırakmak istemiyordum ama gitmeliydim. Üşüyerek kasanın ordan naneli sakız aldım ve dışarı çıktım. Sıcaktan bir an nefes zor aldım. Hafif bir mide bulantısı dışında herşey iyiydi. Akbilimi doldurup durağa oturdum. Otobüs ilginç bir şekilde erken geldi. Hemen bindim ve gölge bir yere oturdum. Camı hemen açtım. Saatim 11.30 u gösteriyordu. Otobüste arkalarda birkaç yer hariç oturcak yer yoktu. Camdan dışarıyı sanki ilk defa geçiyormuşcasına seyrederken kollarımın buz gibi soğuk olduğunu farkettim. Biraz anormallik vardı bu durumda ama fazka düşünmedim. O anda güzel bir kız otobse binmişti. Önce kız biraz kestikten sonra etrafıma oturabilecegi yerlere baktım. Eğer 2 önümdeki bıyıklı amcanın ve onun sol tarafının bir önünde çocuklu teyzenin yanına oturmazsa benim yanıma gelicekti. Önce Teyzeyi sonra amcayı geçti. Artık emindim yanıma gelicekti. Yanımdayken gözgöze geldik fakat o arkadaki son boş yere oturdu. Ciğere ulaşamayan kedi gibi 'amann benim derdim bana yeter hem benim sevgilim daha güzel' diye düşündüm. Yolu izlerken ineceğim durağa yaklaşmıştım. Biraz erken kalktım. Kapının önüne geçip bir yandan üstümü düzeltip bir yandan ise o kıza 'çok şey kaçırdın' dercesine bakışlar atıyordum. Kız bana bakmadığı için bakışlarım önünde oturan yaşlı amcaya gitti. İnmeden önce son bir kez şöförün kapı önünü görmek için koyduğu yukardaki aynaya bakıp saçımı düzelttim. Durakta biraz bekledim. Saat daha 11buçuktu. Durağın arkasındaki ağaçlık alandaki bank a oturdum. O kadar oyalanmama rağmen erkendi. Elime telefonu alıp insanları izledim. Sevgilim gelince otobüse binip taksime gidicektik. Yaklaşık bir saat onbeş dakika sonra aradı. Yerimi söyledim. 5 dakika sonra geldi. Yarım saat geç kalmıştı ama hiçbir şey söylemedi. Durakta beklerken fazla konuşmadık. Otobüste ise i-pod undaki müzikler hakkında biraz muhabbet ettik. Bu sırada benim mide bulantım arada kendini belli ediyordu. Taksime geldik. Meydandan aşağıya doğru yürüken aramızda bir 3. şahısın sığabileceği kadar genişlik vardı. Bunu farkettim ve elini tuttum. Aniden elini çekti. Şok olmuştum. 'Taksimdeyiz, gören olur, sevmem öyle' kelimelerini kullanarak bişiyler söyledi. Ama ben onu dinlemiyor 'artık bu ilişki bitmiş şurdan otobüse biner eve gider bir nane limon kaynatırım kendime' diye düşünüyordum.

16 Eylül 2009 Çarşamba

yapmalımıyım, etmelimiyim?

 *3 yıldır almak istiyordum ve geçen hafta aldım. Aldım ama havalar soğudu cam açamıyorum ama yazları çok işe yarıcak. Bu pencere sinekliği süper bir icat.
 *Bir tane block-not aldım geçen gün. Yanımdan ayırmıyorum. Çevremde olanları  unutmamak için not alıyorum bloguma yazmak için. Adınıda 'blog-not ' koydum.
 *'biz sadece uzatılırsa marlboro içenlerdeniz.' Gülşah
oha eğer sigara içseydim bu cümleden çok ekmek yerdim.
*Genelde yara bantlarını bakkal ya da sokaktaki yara bandı satan küçük çocuklardan alırdım. İlk defa eczaneden alıyım dedim.' Geçmiş olsun' dedi. Yara bandı alırken ilk defa bana biri bunu söylemişti. Sapa sağlam olmama rağmen mutlu olmuştum. Neden bakkal amca da geçmiş olsun demiyor?
*Hayır tabi ki de adı blog-not değil hatta block notumda yok. Bloguma bakarken aklıma böyle bir şey geldi yazıyım dedim.

13 Eylül 2009 Pazar

buluşma

Alarmdan önce uyandım. Bugün sevgilimle buluşcaktım ve her şeyin kusursuz olmasını istiyordum. Telefonumu açtım ve alarmı kapattım. Üstüme takım eşofmanlarımı giyip evin yakınlarındaki berbere gittim. Adam küçük televizyonundan magazin haberlerini izliyordu. 'Günaydın' dedim ve koltuğa doğru ilerledim. 'Günaydın saçımı kesiyoruz?' diye sordu. 'Yok abi sakalı al yeter' dedim. İçerden ketıl'ı getirdi ve biraz su kaynattı ve çekmecelerden malzemeleri topladı. Bu sırada bende kafamı sağa sola çevirerek aynaya bakıyor ve buluşmanın hayallerini kuruyordum. Ketıl'ın 'tık' sesi beni sevgilimin kollarından berber abinin yanına getirdi. Kafamı arkaya yasladım ve kendimi berberin ellerine bıraktım. 'Hepsinimi alıyım' diye sordu. Sevgilimle ilişkimiz iyi değildi. Elini tutmak haricinde pek bir sevgiliye benzemiyorduk ve beni 'Belki bir top sakal ilişkimize değişik bir hava katabilir'düşüncesi sarmıştı. Ama ayrılma korkusu 'hepsini al usta riske giremem' demeye zorladı. Nedenini bilmemesine rağmen cevabıma tebessümle karşılık verdi. Sıcak köpüğü yüzüme sürdüğünde gözlerim kapandı ve buluşmanın hayallerine kaldığım yerden devam ettim. Hep aklımda ayrılık senaryoları vardı. Nasıl bu ilişkiyi kurtara biliridim. Topsakaldan daha yaratıcı şeyler bulmam gerekiyordu. Ama bu seferde kolonyanın yakıcı etkisi benim hayallerimi 2. kez böldü. Gözlerimi açtığımda berber abinin gülen yüzü gözüme çarptı. Bilmiyormuş gibi 'Yaktı mı?' diye sordu. 'Biraz' dedim.Eliyle saçlarımı karıştırırken '3 numaramı yapmıştın' diye sordu. Bu berberde daha önce hiç saçımı kestirmemiş sadece birkaç kez sakal traşı olmuştum ve bu soru beni rahatsız etmişti. 'Sende hep sakal traşına geliyorsun. Bir kerede saç kestir, ayıp ulan. Ne var bunda bende keserim aynı böyle. Şimdi kalk s**tir git saçını kestirdiğin yere.' dese 'haklısın abi' den başka cevabım olamazdı. Korkudan 'Evet abi. Ankaradaydım orda kestirdim. Zaten geçen hafta geldim' dedim. Hikayemle pek ilgilenmedi. İyi olan aramız bir anda bozulmuştu. Eline parfümü alıp üstüme doğru tutarken 'Parfüm sıkıyım mı?' diye sordu. 'Hayır sağol' dedim. Koltuğu yana çevirip 'sıhatler olsun' dedi. Fiyatı bilmeme rağmen 'borcum ne kadar' diye sordum. ' 5 ver yeter' dedi. 5 lirayı verirken 'zaten 5 lira. Sanki bana özel indirim yapıyor.' diye düşündüm. Eve gittim ve hemen duş aldım. Bugünler için sakladığım numune pahalı parfümleri sıktım ve çöpe attım. Her şey hazırdı. Biraz erken hazırlandığım için televizyona biraz bakıyım diye düşündüm. Hiçbir program ilgimi çekmiyordu. Aklımda sadece buluşma vardı. 'Erken çıkıyım birkaç durak ilerden biner biraz yürür böylece rahatlar hem naneli şeker alır hem de akbilimi doldururum' düşüncesiyle kendimi dışarı attım.

10 Eylül 2009 Perşembe

Sadece 1 soru

Karanlıktı. Sitenin etrafını çevreleyen yolda dolmuş bekliyordum. Yolun kenarına arabalar park ettiği için pek kullanılmıyordu burası. İnsanlar ise sitenin içinden yürümeyi tercih ediyordu. Bense yolun karşısındaki güvenliğe güvenerek orda bekliyordum. Her soruşumda şöförlerin '15dk. arayla çıkıyoruz' demesine rağmen yine yarım saattir orda bekliyordum. Her ışığı gördüğümde gözümü kısarak dolmuşun gelebileceği en uzak noktaya bakıyordum. Artık umudumu kesme noktasına geldiğimde elinde bir bavul ile birlikte bir adam bana bakarak geliyordu. Güvenliğe doğru koşmamak için kendimi zor tuttum. Uzun boylu ve zayıf bir adamdı. Geldi ve yanımda bavulunu bıraktı. Elini cebine soktu ve bir kağıt çıkardı.'Gürpınara nasıl gidebilirim?' diye sordu. 'Bende oraya gidicem bekleyin birazdan dolmuş gelir' dedim. 'Burda mı oturuyorun' dedi. Sorularından hiç süphelenmemiştim. 'hayır dolmuşun son durağının oralarda' dedim. Neden böyle ayrıntılarla konuştuğumu bilmiyordum. Sadece soru cevaplamaktan rahatsız olmuştum ve 'benim nerde oturduğumu öğrendiğine göre benimde onun nerde oturduğunu öğrenmem gerekir' diye düşünerek 'siz nerde oturuyorsunuz?' dedim. Masum bir soruydu. 'Ben bodrumda yaşıyorum. 7 yıl once yemin etmiştim Istanbula gelmeyeceğime. Fakat şimdi amcam Gürpınara taşınmış ona ziyarete geldim.' dedi. Sözünü yaklaşmakta olan dolmuş böldü. Tezcanlılıkla benden önce bindi. 'Aman abi napıyorsun bu değil. Benim bindiğime biniceksin'diyerek indirdim dolmuştan. İsteseydim o dolmuşa bindirip uzun sürecek sohbetimizi erken noktalayabilirdim ama yakın hissetmiştim kendimi. Daha dolmuş gözden kaybolmadan bizim dolmuş gelmişti. Önce binmeme izin verdi. Hemen arkamdan o bindi. 2mizde ayaktaydık. Hala konuşmuyorduk. Araya birkaç kişi koyarak göz temasınıda kesmiştim ama nerde olduğuna bakıyordum. 'Yaklaşınca ona haber verir iyi akşamlar der evime giderim' diye düşünüyordum. Bir yer boşaldı. Hemen oturdum. Çok geçmeden yanımdaki de kalktı ve o adam yine geldi. Her muhabbet kurmak isteyen yabancı gibi 'okuyormusun?' dedi. 'evet' dedim. Arkasından gelicek klişe lafları beklemeden 'siz çalışıyorsunuz değil mi ?' dedim. Bodrumda bir bar işlettiğini,(adını verirdim ama reklama girer) adının Hüseyin olduğunu anlayabildim. Sonra konu nasıl olduysa Alman bir kadınla evlendiğine kızını isveçte okutucağını anlattı. Konuşuken ara vermiyordu. İnmesi gereken yere yaklaşıyorduk ve sözünü kesemiyordum. Heycanlamıştım. Konuştuklarını dinlemiyor, bir yola, bir de yüzüne bakıyordum. Durumumu anladı ve ' geldik galiba' dedi.'Evet sağlıkocağı solda' dedim sonra bir yabancıya yardım etme mutluluğuyla 'kaptan sağda indir' diye bağırdım. Biraz fazla bağırdım galiba şöför aynadan bana baktı. Şöförle göz temasına kesip Hüseyin abiye döndüm. 'Abi çok memnun oldum' dedim. 'bende memnun oldum. Bodruma kız arkadaşınla bir kaçamak yaparsan gel uğra' dedi. O anda canımın içinde can oldu. Kalkıp öpesim geldi ama sonra mantıklı düşününce 'Newyork mu lan burası hangi kız benle bodruma kaçıcak'dedim. Hüseyin abiyi başımla selamladıktan sonra yüzümde bir tebbessümle yoluma devam ettim ve eve gidene kadar kız arkadaşımla bodruma yapacağım kaçamağı düşündüm. (Bu arada dolmuş paramı da Hüseyin abi verdi. Öpüyorum onu ben)

6 Eylül 2009 Pazar

Eski fotoraf makinası

Kapıdan içeri girdim, kimse yoktu. Raflarda eski fotoraf makinarı ve filmler vardı. Sesi duyup gelmesi için ayağımı yere sürttüm. İçerden dükkan sahibi çıktı.Yaşlı ve gözlüklü bir adamdı. Yüzüme bakmadan 'Zenit mi o?'dedi. Önce anlamadım, sonra elimdekine bakınca 'Evet ' dedim. Elimden aldı, incelemeye başladı.'Artık bunlardan kalmadı, kullanmıyor kimse' dedi. Kafamı onaylarcasına salladım. Konu ordan ilerleyecek, dijital fotoraf makinalar yüzünden işlerinin durma noktasına geldiğini, zaten yeni makinarın eskilerki kadar sağlam olmadığını konuşucaz, bende 'zaten dijital makinalar çıktı çıkalı millet otu boku çekiyor, fotorafın gelişmesini engelliyor' diyecektim ama olmadı sadece 'sorun nerde? diye sordu. 'Asa da ama bi de siz bakın belki başka birşeydir.'dedim. Cevap vermedi, makinayi incelemeye devam etti. Gergin bir ortam vardı içerde. 'İşler nasıl?' diye sordum. Önce bir iç çekti. 'Artık iş yapılmıyor. Bir tek ben kaldım buralarda, seneye bende yapmam bu işi.'dedi. Korktum yıllar süren fotoraf makinası tamircisi arama sonucunda bir tane bulmuştum ve onuda kaybetmek üzereydim. Panikledim. 'Olurmu abi öyle şey bu şehrin bir fotoraf makinası tamircisine ihtiyacı var' dedim. Amacımı anlamıştı. 'Merak etme yiğenim ben burda kalırım ama dijital makina satarım' dedi. Yiğenim diyince ortamın yumuşadığını sandım ve gülümsedim. Kızgın bir bakış attı.'Deli galiba, suyuna gideyim. Kızarsa döver möver.'diye düşündüm ve yüzümdeki gülümsemeyi sildim. Şimdi ben onu izliyor o ise makinayı tamir ediyordu. İzlememden rahatsız oldu ki eşyalarını topladı ve içeri gitti. Bişiy olmamış gibi raflardaki makinalara baktım. Birçok markanın eski modelleri vardı. Birkaç dakika sonra adam makinayı masaya bıraktı. Hemen yanına gittim ve 'oldu mu abi?' diye sordum. 'Evet 20 lira'dedi. 'Olur mu öyle şey ayak üstü adam mı dolandırıosun' demek geldi içimden. Sonra adam zaten sinirli bide dayak yemeyelim diye 20 lirayı verdim. Kartını uzattı. 'Bişiy olursa gelirsin yine' dedi. Kartı alırken '2 vida sıktın aldın 20 lirayı tabi çağırırsın' diye düşündüm. Makinamı aldım ve ordan uzaklaştım aklımda hala boşuna verdiğim 20 lira vardı.