28 Ekim 2009 Çarşamba

ünlü (bir metrobüs macerası daha)

Beklediğim noktada arka arkaya 4-5 arabanın kapısı önüme gelmedi. Bu benim 2. otobüse binme tekniğimdi ama o gün işe yaramamıştı. Acelem vardı 5. otobüse artık oturacak yere bakmaksızın bindim. Halk arasında ‘körük’ diye tabir edilen yerin 4’lü oturma yerlerine yakın olan kısmında oturdum. Bari bir kaç durak sonra biri kalkar bende hemen otururum diye düşündüm.Otobüste benden başka ayakta 5-6 kişi vardı. Daha otobüs kalkmamıştı. 2. kapının karşısındaki boşluktaki kızı kesiyordum. O sırada aceleyle bir çift bindi otobüse.  Bu yeni gelen çift benim yanıma geçtiler. Kafasında fötr şapkası, gövde kısmı deri, kol kısmı ise örgü olan bu adam çok güzel hareketlerde oynayan Metin Keçeci idi. Yanında sevgilisiyle konuşuyordu. Ünlüyü görünce hemen atlamadım. Tam yanımda duruyordu. Yüzümü ona doğru çevirmiş dışarıyı seyrediyor, fırsat buldukça ünlüye bakıyor, konuşmalarını dinliyordum. İlk defa biniyor olmalılar ki bana ‘şirinevler durağından sonra inecekseniz bize orda haber verirmisiniz.’ dedi. ‘Tamam olur.’ dedim. Artık ünlü ve kız arkadaşı bana emanetti. Büyük bir sorumluluk almıştım. Yol boyunca ben bu ikisini dinledim. Arada bana metrobüs hakkında sorular soruyorlar daha iyi olması için çözümler üretiyorlardı. Duraklar arttıkça insan sayısı artıyor ünlüye bir bakan bir daha bakıyordu. Daha sonra 20’li yaşların sonlarında olan bir adam bir anda bu ünlüyle muhabbete girdi. Başta nlü ona mesafeli yaklaşsada adam sanki arkadaşıymış gibi konuşuyordu. Daha sonra muhabbet ilerledikçe ünlü de aradaki mesafeyi kaldırdı. Adam abarttı ve özel sorular sormaya başladı. ‘Evlencen mi, fazla skeçlerde oynamıyorsun neden? sen Yılmaz’ın torpillilerinden değilmisin?’ gibi sorular soruyordu. Ünlü bir anda beni unutmuştu. Dikkat çekmek için ‘bundan sonraki durakta iniceksiniz’ dedim. Ünlünün konuşmasına izin vermeden ‘nerde inceksiniz, nereye gidiceksiniz?’ dedi adam. Ünlünün ne dediğini duyamasamda adamın’ yok orası bu durakta inerseniz daha yakın olur bende inicem burda’ dediğini duydum. Adam bir anda ünlüyü elimden almıştı. Ünlü inmekle inmemek arasında kaldı. Adam ‘gel abi ben seni götürcem oraya’ dedi. Ünlü onu kıramadı kız arkadaşını alıp indiler bana bir teşşekkür bile etmeden. O an anladım ki şöhret kötü birşey.

24 Ekim 2009 Cumartesi

alayına gider...

Bugün ilk defa gider yaptım şöföre. Taksim otobüsünden indim ve o anda arkadan benim otobüsüm gelince çok sevinmiştim. Hiç beklemeden bindim. Çok mutlu olmuştum. Neyse birkaç durak sonrada en arkada oturcak yerde buldum. Güzelce bizim mahalleye geldik. Son durağa epey bir yol varken şöför durdu durakta tüm kapıları açıp 'son durak' dedi. Duymamazlıktan geldim. Belki beni görür gider diye düşündüm. Bir daha son durak değince 'sizin son durağa kadar gitmeniz lazım ben nasıl oraya kadar yürüyeceğim akşamın bu vaktinde' dedim. Halbuki ineceğim durak bir sonrakiydi. O anda 'lan şimdi gaza basıp gitse bende bir sonraki durakta insem ***** beni bu adam ' düşüncesi sardı. Adam sinirli bir şekilde '2 saatte buraya geldim geç kaldım' diyince zorlamadan biraz da korkarak otobüsün orta kapısından indim. Ön kapının yanından geçerken 'arkadaşım anlayışlı ol biraz yetişmem lazım' dedi. Yüzüne bakmadan geçtim gittim. Karanlık ve ıssız yolda yürürken şöförü düşündüm. Biraz haksızlık yaptım galiba. (şöföründe çok üzüldüğünüde düşünmüyorum arkamdan küfür etmiş en fazla ama ben üzüldüm hemde buraya yazacak kadar.)

16 Ekim 2009 Cuma

3. cuma

3. hafta da bitti. Düşününce çok çabuk oldu. Ben bu 4 yıl geçmez okulu bırakıyım düşüncesindeyken 3 hafta geçti. Artık derslerde zorlaştı. Şu koskoca okulda beni en çok heycanlandıran lab. derslerinde beyaz önlük giycek olmamız. Doktor gibi. 2 foto çekip feys e de koycam. Zaten hoca önlük giyiceksiniz deyince aklıma direk bu geldi. Yalnız o diil de bugün yine 45 dk. bir otobüs bekledim ve otobüste olay oldu. Şivesinden anladığım kadarıyla trabzonlu bir adam ön kapıdan inmek istemesi ve şöförden olumsuz yanıt almasıyla başlayan tartışma muavin’in de araya girmesiyle büyüdü. ‘Ne alakası var burdan yolcu alıyorsunuzda niye indirmeysunuz da’ diye saçma bir cümle kursa da adam haklıydı. İndirse nolurdu. Bu tartışma devam ederken ben bir yandan kavga çıksın şu şöförü dövsün adam diye düşünürken diğer yandan ise  kavga çıkmasın lan bekleyemem eve gitmek istiyorum ben diyordum. Bu sıra da adam şöföre el kaldırınca korkudan hemen telefonu çıkarıp telefonla ilgileniyormuş gibi yaptım. Şimdi mantıklı düşününce biri bana ‘kavgayı niye ayırmadın?’ diye sorunca ‘görmedim ki abi kız arkadaşıma mesaj atıyordum’ deme yüzsüzlüğünü gösterebilecekmiydim. Neyse öyle ya da böyle adam orta kapıdan indi. O zamana kadar hiçbir yolcudan ses gelmezken otobüs hareket edince herkez yanındakine ‘Delimidir nedir, amacı neydi bu adamın’ gibi cümleler kurdu adamın arkasından. Ama bundan daha da ilginç olan kısım ise şöförün arkasında oturan başörtülü teyzenin kime yaranmaya çalışıyorsa artık yaşından beklenmeyecek çeviklikte  sağ ve sol kroşeleri havada sallayarak ‘şöföre vursaydı bende arkasından vurucaktım’ demesiydi. O anda içimden o kadar çok şey geldiki söylicek. Teyze olduğu için içimde kaldı hepsi. Zaten arkadan biri de babacan bir tavırla ‘merak etme teyze sana sıra gelmeden biz alırdık onu’ dedi. Teyzeye söyleyemediğim herşeyi o adama söyledim.

9 Ekim 2009 Cuma

sende yalanmışsın be üniversite

windows live writer diye birşey buldum çok güzel. Bundan yazıp kaydediyorum sora yine devam ediyorum çok güzel oluyor. Not defterinden kurtuldum artık.

Neyse işte üniversitedeki 2. haftamı da bitirdim artık. Bir tırt yokmuş lise konularını işliyoruz(en azından şimdilik.). Ama bu 2. hafta biterken şunu anladım ki elma ve armut müfradattan kaldırılırsa Türkiyedeki eğitim sistemi çöker. Türkçeden fizik’e, biyolojiden felsefeye her şeyde kullanıldı bu elma armut. Hatta herşeyin temeli dediğimiz matematiğin bile temeli elmayla armut a dayanıyor. Gecen gün koskoca profösör bile ‘elmayla armudu karıştırmayın’ dedi. İnsan üniversiteden farklı birşey bekliyor ama yok.

O diil de 2. haftadan sınav olduk ingilizceden. Sınavdan 1 gün önce hoca ‘sınav test olcak ama dogru cevabın nedenini de yazıcaksınız yoksa puan vermem’ dedi. Kağıtları verdikten sonra ‘şaka’ dedi. Böyle biri kendisi.

5 Ekim 2009 Pazartesi

ve son.

Her yaz olduğu gibi yine Ankara da dayımların çiflğindeki fabrikada çalışıyordum. Yaşıtlarım denize kıyısı olan tatil mekanlarına giderken ben o zamanlar su sıkıntısı çeken Ankaradaydım. İ. Melih GÖKÇEK bile su sıkıntısından dolayı 'Şehir dışındaki akrabalarınızı ziyarete gidin' diyerek milleti Ankaradan kovarken ben oraya gidiyordum. Aslında çiflikte yaşamak zevkliydi. Temiz hava, kuş sesleri, organik meyveler ve sebzeler... Havuz bile vardı. Belki de otel de tatil yapmaktan daha iyidi ama sevgilim benden uzaktaydı. Evet benden hala ayrılmayan sevgilim. Son buluşmamızdan 1-2 ay geçmişti ve bu zamana kadar hala ayrılmamıştı.Çiflikte günlerim hep aynı geçiyordu. Burda akşama kadar çalışıyor işten çıktıktan sonraki 5 saatte önce bir ağacın altına oturup sevgilimi arıyor sonra da tv seyredip uyuyordum. Arada cumartesileride de şehre iniyor birşeyler alıyordum. Başta bir sorun yoktu. 'Başka bir şehirde olunca beni özler en azından ilişkimizi kurtarabilirim' diye düşünüyordum. Fakat bu rutinden sıkılmamın yanında sevgilimin soğuk tavırları benim bütün enerji emiyordu. Artık konuşmaları 'evet hayır' ve en çok kullandığı, bir ilişkinin en tehlikeli sözcüğü olan 'bilmiyorum'dan ibaretti. Çalışma verimim bir anda %65 azalmıştı. Ustabaşı bile 'Noldu lan sevgilinimi özledin?' diyerek hassasiyetini dile getirdi.Artık gitmeliydim. Kimseye faydam olmazdı. Bir an önce sevgilimin yanına gitmek istiyorudum ama kimse anlamıyordu. Uzun zamandır şehre inememiştim. Bu yüzden kontorüm bitmişti. Bunu ona son konuşmamızda açıklamıştım. Fakat birkaç gün aradıktan sonra telefonum da susmuştu. Artık sadece telefonun yanında yatarak tv izliyordum. Bir akşam fabrikaya gidip bilgisayarda maillerime bakıyordum. Bir anda hoperlör odanın sessizliğini bozdu. Telefonum günlerden sonra ilk defa çalıcaktı. Hemen elime alıp kimin arıyacağına baktım. 'Bir yeni mesaj alındı' yazdı ekranda. Ellerim titreyeret açtım mesajı. O atmıştı mesajı. 'Artık bitsin çünkü hiç görüşemiyoruz ve sen beni hiç aramıyorsun' yazıyordu. Şok olmuştum. Üzülemiyordum. Hemen msn e girdim. Ordaydı. 'Neden?' Bana bir şans ver hem ben İstanbula gelince konuşalım bu konuyu'dedim. Biraz geç cevap yazdı. 'Hayır bu birşeyi değiştirmeyecek bitsin artık' dedi. Sonraki çabalarımda sonuçsuz kaldı. En sonunda 'benim çıkmam lazım' diyerek beni engelledi(bence). İşte o zaman farkına varmıştım ayrıldığımızın. Artık bitmişti. Bu diğerlerinden farklıydı bir daha olmayacaktı. Bilgisayarı kapattım. Eve doğru yürüken bundan sonrasını düşünüyordum. Tv seyretmeye çalıştım. Olmadı. Televizyonu kapatıp o zamanlar en çok sevdiğim şeyi yaptım. Uyudum.

2 Ekim 2009 Cuma

avrupa birliği ve bir grup ergen

Ya yok abi yabancıya saygım kalmadı benim artık. Önceden onlara başka gözle bakardım şimdi bütün sempatimi emdi bitirdiler şerefsizim. Lan oğlum sen kimsin de geliyorsun benim ülkeme hatta benim 40dk. da bir geçen otobüsüme biniyorsun sonra bağıra bağıra konuşuyorsun. Bide bunlar yetmezmiş gibi bir grup ergen çocukta bunların yanına geliyor ve her durakta düğmeye basıyorlardı. Zaten bu ergenleri ayakta grup halinde tutmayacaksın daha fazla ses çıkarıyorlar. Tek tek dağıtıcaksın otobüsün içinde ayrı durcaklar. Herneyse 2 tip insan grubu 5dk. da kadınlar hamamına çevirdi sessiz, huzurlu otobüsümü. Bunlar yetmezmiş gibi her frende ivmenin hızlı bir şekilde azalmasından dolayı karşı koyduğumuz kuvvet karşısında 'aagghhh' diye tepki vermeleri ve otobüsün ana yola çıkarken bir tıra yaklaşmasından dolayı memleketimde olsa fiziksel yapısından dolayı 'Gürbüz' denilecek olan çocuğun korkarak garip sesler çıkarması da eklendi. İşte bu kalıbına sıştığım çocuk bunlardan sonra da gülüyor yanındakine yüksek sesle bir şeyler anlatıyor hatta anırıyordu. İşte bu 2 grup benim cuma akşamı eve giden uzun yolculuğumun 3. ve son bölümünün kahramanlarıydı.